“Kendi gök kubbemiz”in altındaysak ciğerlerimizi hür rüzgârlar doldurur. Nereye yelken açacağımıza ve nereye demir atacağımıza kendimiz karar veririz. “Kendi gök kubbemiz”in altındaysak topraklarımıza bir yabancı gibi bakamaz, sularımıza varsın istediği yere aksın diyemeyiz. Şafakların her yerde aynı şafak, horozların her yerde aynı horoz olmadığını biliyorsak “Kendi gök kubbemiz” altındayız demektir. O vakit Yahya Kemal gibi fecir vakti ışıkları yanan Üsküdar evlerine bakıp biz de aynı mısraı tekrarlayabiliriz: “Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizden’im.”
Fidanlara yeni dikildiklerinde verilen bir ilk su vardır: Can suyu. Atın boynuna ilk dokunuştur, sütü mayalayan ilk kaşık, ilk bakıştır kanatlanan âşıktan maşuka. Can suyu iradedir; yaşama ve yaşatma iradesi. Bir vakit can suyu verildi diye, bir daha verilmeyecek diye bir şey yoktur. Yeter ki yaşama ve yaşatma iradesi bir kere daha tecelli etsin. Saksısı dar gelir bazen çiçeklere. Yeri ve toprağı değiştirilir. Can suyunun vakti gelmiş, bir kere daha haydi denmiştir köklere.
Ayasofya’nın yeniden açılışını Türk milleti için bir can suyu olarak görüyoruz. Bu kutlu vaktin 15 Temmuz Destanı’nın yazıldığı günlere denk gelmesini ise Türk milletinin bağımsızlığının ve dünyaya nizam verme iradesinin bir işareti olarak. Yaşadığımız çağın en büyük paradoksu köklerinden uzak yaşamayı, yaşamak sanmaktır. Beyin ölümü gerçekleşmiş bir bedenin nefes alıp vermesinde ne var! Fişini çekecekleri an uzak değildir.
“İnsanda derin bir yaradır köksüzlük,” diyen Yahya Kemal köklerimize çağırıyor bizi. Türk edebiyatındaki dirilişin bu çağrıya kulak vermekle gerçekleşeceğine inanıyoruz. Destanlarımıza, efsanelerimize, masallarımıza yeniden can suyu vermenin vakti gelmiştir. Aynada kendi yüzümüzü aramaya başlamışsak “Kendi gök kubbemiz” altında olduğumuzu fark etmişiz demektir.
“Edebiyat ve Su” olarak belirlediğimiz dosyamıza Ertuğrul Aydın “Türk Şiirinde Su Motifinin İzleri”; Hüseyin Yorulmaz “Su’ya Yazılan Şiirler”; Güzide Ertürk “Kum Dalgaları Arasında Su Hayali”; Ercan Yılmaz “Suyun Hayali”; Hatice Kübra Üner “Su Kasidesi ve Sözüm Kasidesi Arasında Paralel Bir Okuma: Söz Ve Eylem Zıtlığında Benlik İnşası”; Ünal Çelik “Ahmet Haşim’in Şiirlerinde Su Metaforu”; İsmail Aydın “Yaşlı Gemicinin Ezgisi” ve Oğuz Şenses “Şair Hiç Su’sar mı?” başlıklı yazılarıyla katkıda bulunuyorlar.
Röportaj sayfalarımızda ülkemizin önemli isimlerinden birini konuk ediyoruz yine: Sayın Feridüddin Aydın. Son derece ilginç hayat hikâyesini okurken kıymetli bir çevirmen olma yolundaki merhalelerine, Rahşan Tekşen’in soruları ışığında tanıklık ediyoruz. Projektör’ün bu seferki konuğu ise öykücü Hatice Tekin.
Bu sayımızın ilk şairi yıllar sonra yeniden aramızda görmekten sevinç duyduğumuz İbrahim Tenekeci. Diğer şairlerimiz Adem Yazıcı, Ahmet Akarsu, Ali Seyyah, Bahaddin Tuncer, Betül Aksakal, Fatma Büşra Türkcan, Hasan Akay, Hüseyin Akın, İbrahim Tenekeci, Musa Gönüllü, Mustafa Duruş, Mustafa Köneçoğlu, Mustafa Uçurum, Nurettin Durman, Nurten Yalçın, Selman Ertaş, Sevgi Yerlioğlu, Sümeyra Yaman, Şafak Çelik ve Yasemin Zengin. Selma Balcı ise Conrad Ferdinand Meyer ve Günter Eich’tan iki şiir çevirisiyle yer alıyor. Öykücüler ise Ayşe Sevim, Betül Trabzonlu, Ceyhun Balcı, Zeynep Emirdağ, Mehmet Babalıoğlu ve Saliha Şahin.
Türk dili ve kültürünün mümtaz isimleri D. Mehmet Doğan ve Hasan Akay, birbirinden özgün yazılarıyla dergimizde yer aldılar. Ercan Yılmaz, Hamza Kaya, Mustafa Köneçoğlu ve Ali Ömer Akbulut dostlarımız harikulade denemeleriyle Karabatak’ı zenginleştirdiler. Ömer Lekesiz efsanesi, eleştiri harmanında sapla samanı ayırmaya devam ediyor bu sayımızda da. Kitap bölümünde ise Şafak Çelik, Hüseyin Akın’ın son şiir kitabı “Babam ile Mersedes”i tanıtıyor.
Gezi sayfalarımızda F. Hande Topbaş ve Rabia Berna Tümkor; tiyatro bölümünde Derya Özer; sinema sayfalarında İsmail Irmacık; görsel sanatlarda ise M. S. Topbaş, Ertan Ayhan Sertöz, Sedat Gever, Ayşe Ural ve Sabahattin Kayış yer alıyor.
Karabatak elli birinci kez havalandı.