Dergimizin adı “Karabatak” yerine “Kara Tren” de olabilirdi bu sayı. Kara trenleri yaralı türkülerle sarıp sarmalayan ruhla akrabaydı dünyada kendini “yabancı” veya “yolcu” hissedenlerin ruhu. Şairin yeryüzünde ayda yürür gibi yürümesi, merdivenleri ağır ağır çıkması bu yüzdendi. Hayranlıkla bakabilmek için evrene, bir “göğe bakma durağı”na ihtiyacı vardı çünkü. Karabatak ailesinin kara trenin vagonlarını coşkuyla doldurmasının hikâyesi budur. Biraz tehirle ulaşmışsak istasyona dünyaya vagon pencerelerinden baktığımızdandır. Bir tren öyküsünün içinde bir tren öyküsünden daha fazla şeyler olduğunu söylemeye çalıştık bu dosyamızda; Tuna Lütfü Yukay’ın, Güzide Ertürk’ün, Bünyamin Demirci’nin, Ela Korgan’ın, Demet Soysal’ın, Çayan Özvaran’ın ve Şafak Çelik’in yolculuğu böyle bir yolculuktur.
Hattat Hüseyin Kutlu ile Ali Sürmelioğlu’nun yaptığı röportajla Karabatak’ın gelenekle kurmaya çalıştığı köprüye bir taş daha eklenmiş bulunuyor. Kutlu’nun, “Biz mi kayıbız medeniyetimiz mi?” sorusuyla açtığı kapının arkasında bir sanat ve düşünce muhasebesi bekliyor okurlarımızı. Elbette Fatih Korgan’ın fotoğraf kareleriyle. Mehmet Sabri Genç sonunda bir romana dönüşecek “Karekök Hayat” yazılarına devam ediyor. Geceleyin Kumar Oynayan Körler başlıklı yazısında Genç’in aşağıdaki satırlarıyla karşılaştığımızda doğrusu tebessüm etmekten alamadık kendimizi. Zira dosya konumuzdan habersiz kaleme alınmıştı bu satırlar:
“Mekândan içeri adım attığımızda, kendimi bir trenin kompartımanına girmiş gibi hissettim. Mekân tren kompartımanlarına benzetilmişti. Her bir masa ayrı bir kompartıman gibiydi. Duvarda bir tren uyarı lambası asılıydı ve altında ‘Makinisti rahatsız etmeyiniz!’ yazılıydı. Duvarlarda ayrıca eski tren resimleri vardı. Mekânın rengi, arkada çalan müzik, içeride oturan türlü insanlar dışarıda yağan yağmura ayrı bir renk katıyordu. Masaların yani kompartımanın birine oturduk ve yolculuk başladı…”
Hasibe Çerko’nun, Günah Uygarlığı Üzerine Bir Deneme adlı yazısı da felsefe vadilerine açılan tek başına bir vagon hükmünde. Poetika vagonumuzun pencerelerinde Ali Galip Yener, Yahya Kurtkaya ve Mustafa Kurt gibi söz simyacıları var. Hümeyra Şahin’in penceresinde ise Arbat Sokağı ve Puşkin’in silueti beliriyor. Nerelere gitmiyor ki bu kara tren! Rahşan Tekşen Sahaflar’da, F. Hande Topbaş Fas’ta iniyor; Zeynep Ural Amerika’yı ve Avrupa’yı baştan başa kat ediyor, Rock’n Roll ya da Canavarı Duymak adlı yazısıyla. Tiyatro vagonunda Hüseyin Sorgun Çehov Makinesi’ni, sinema vagonunda Hakan Bilge Taşlaşmış Orman’ı irdeliyor. Kitap vagonuna gelince; o bir sevinci taşıyor. Rahşan Tekşen’in Kırk Bir Kere İstanbul adlı deneme kitabı sonunda çıktı ve fantastik edebiyatın usta kalemi Naime Erkovan sevincimizi dile getiriyor satırlarında.
Şairlerimizin, öykücülerimizin ve çevirmenlerimizin adlarını burada yazmayacağız. Ancak jenerik sayfamızın taşıyabileceği görkemli bir tablo bu. Her biri çağdaş edebiyatımızın özgün eserleri olma hüviyetini taşıyan bu harikulade metinler sizinle buluşmayı bekliyor. Görsel sanatlara verdiğimiz önemi ise yine Sedat Gever ve Ertan Sertöz’le imzalıyoruz. Ve bu sayımızın fotoğraf sanatçısı Çetin Canbazoğlu ile yanaşıyoruz gara. Sevgili okurlarımız, bizi karşılamaya yine geldiğiniz için müteşekkiriz.