Bir yılı bin yıl gibi geçer dergilerin; ne canlılara benzer ömrü ne cansızlara. Bir yılı geride bırakmışsa bir dergi bin yıl yaşamıştır, bilenler bilir. Bir düşünce kalesine benzetenler dergiyi, belli ki bir savunma mevzii olarak görmüşlerdir onu. Savunulacak olan nedir? Bir saldırıya mı maruz kalmıştır düşünce?
Shakespeare, bu çağda yaşasaydı Hamlet’i şöyle konuşturabilirdi: “Sığ olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu!” Sıradan olan “nitelikli”, sığ olan “derin”in yerine göz dikmişse, dahası işgal etmeye başlamışsa topraklarını, dergileri kalelere benzetenlerin işaretleri bayraklar gibi dalgalanmalıdır burçlarda.
Bir kaleyse Karabatak, olsa olsa bir boğaz kalesidir, önünden derin suların görkemli bir ırmak gibi aktığı. Bir yılda köprünün altından ne sular geçmiştir. Ne şiirler, ne öyküler, ne denemeler… Ne sözler söylenmiştir bir soru cümlesinin ardından, okuyanlara “Daha önceleri neredeydiniz?” dedirten.
Karabatak’ın birinci yılını sözleriyle noktaladığımız Neyzen Salih Bilgin de o bilgelerden biri. Bu soluğa yalnız neyzenlerin değil, şair ve yazarların da ihtiyacı var. Göğsüne vurarak söylediği şu söze kulak verelim: “Bak bu bir ney! Esas neyzen buraya üflüyor. Neyde cambaz olmaya gerek yok. Bu bağı kurarsan bir tek sesle birçok şeyi anlatabilirsin. Bugüne kadar üretilen hiçbir ney birbirine benzemedi ve benzemeyecek. Bu bir tane ney var demektir. O ney de bu! Öbürü araç, kamış parçası. Bu ruhla, bilinçle birleşirse esas sesi verir. Biz aracıyız sadece. Emrettiği ve verdiği kadarıyla üflüyoruz.”
Her şey kalpte olup bitiyor madem, övgünün gerçek sahibinden uzak düşmekten korkmalı. Bu bilinci kaybetmeden yürümeli; fakat tel üzerinde değil. Tel üzerinde yürüyen edebiyat cambazlarının dengesi bozulalı çok oldu. Kalabalıklara yapılan gösteriler değil miydi Şeyh Galip’e, “Halkın beğenisi felakettir,” dedirten.
Karabatak’ı bu sayıdan itibaren yeni bir ebat ve tasarımla sunuyoruz. Ebadımızı küçültmüş olmamız bu sayfada muhtevaya dair çok şey söylememize izin vermiyor. Bu görevi “İçindekiler” sayfalarımıza bırakmakla beraber, dosyamızın Robinsonad romanlar üzerine olduğunu, hatırlatalım. Daniel Defoe’nun “Robinson Crusoe”, İbn Tufeyl’in, “Hay bin Yakzan”, William Golding’in “Sineklerin Tanrısı”, Marquez’in “Bir Kayıp Denizci”, Jules Verne’nin “Esrarlı Ada”, Edgar Allan Poe’nun “Nantucketli Arthur Gordon Pym’in Öyküsü” romanlarından yola çıkarak hazırladığımız bu dosyanın “insan” ve hırslarını tanıma açısından ufuk açıcı olacağını düşünüyoruz.
Karabatak bir kez daha havalanıyor kanadından acı sular damlatarak.